Bugun...



Arap müziğinin kültür ikonu: Ümmü Gülsüm

"1904 yılında Dekahliye vilayetinde, yoksul bir imam olan Şeyh İbrahim es-Seyyid el-Baltacı ve Fatıma el-Melîcî’nin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelen Ümmü Gülsüm’ü Arap müziğinin tartışmasız en büyük sesi konumuna taşıyan yeteneği, henüz çocuk yaşlarında keşfedilir." Namık Sinan Turan yazdı.

facebook-paylas
Tarih: 28-07-2021 11:25

Arap müziğinin kültür ikonu: Ümmü Gülsüm

Modern Orta Doğu üzerine yazılan eserlerde, siyasi tarih ve sosyo-ekonomik gelişmelerin yanında görmezden gelinemeyen bir isimdir Ümmü Gülsüm. Bütün zamanların en büyük şarkıcılarından biri olmasının yanı sıra Arap halkları için unutulmaz bir portreye dönüşmesinin sebebi, emperyal ve kolonyal rejimlerin yapay sınırlar içinde tasarladığı Arap dünyasını, bütün dayatmalara rağmen, geleneğe dayalı müzik ve şiirle birleştirebilmesidir. Albert Hourani, 1930’larda yerel üsluptan uzaklaşarak İtalyan ve Fransız café müziğine yaklaşan Mısır’da, geleneksel tarzı izleyen Ümmü Gülsüm’ün, Şevki ve diğer şairlerin güfteleri ve kitle iletişim araçlarının katkısıyla Arap dünyasında şöhret kazandığını kaydeder. Ilan Pappé ise ‘geçmişle kurulan efsanevi bağ’ olan Ümmü Gülsüm’ü dinleme alışkanlığının, bölge, sınıf, din ve cinsiyet ayrımı olmaksızın Orta Doğu’nun hayat pratiğinin ayrılmaz bir parçası hâline geldiğine işaret eder.2 Modern Orta Doğu’nun son asırda yaşadığı entelektüel ve kültürel şekillenmede Ümmü Gülsüm’ün müzikal mirası, Arap kültürel uyanışı ‘Nahda’nın müzikteki zirvesini oluşturur.

1904 yılında Dekahliye vilayetinde, yoksul bir imam olan Şeyh İbrahim es-Seyyid el-Baltacı ve Fatıma el-Melîcî’nin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelen Ümmü Gülsüm’ü Arap müziğinin tartışmasız en büyük sesi konumuna taşıyan yeteneği, henüz çocuk yaşlarında keşfedilir. Babası ve ağabeyi Halid ile çevre köylerde erkek kıyafetleriyle katıldığı mevlidlerdeki performansı ve dinî repertuvara dayalı icraları, bu küçük kız çocuğunun yüksek yeteneğinin ilk pırıltılarını ortaya koyar.

Geleneksel bir eğitim sürecinden geçen ve erken yaşta hafız olan Ümmü Gülsüm’ün kaderi Kahire’de, seçkinlerin huzurunda verdiği konserlerle değişir. Dönemin önemli sanatkârlarından olan, aynı zamanda çok iyi bir eğitmen olan Şeyh Ebu’l-Ula Muhammed ile yollarının kesişmesi müzik birikimini ve geleneksel okuma üslubunu geliştirmesine büyük katkı sağlar. Kaside ve edvar okumanın kaidelerini, kompozisyon ve icranın temellerini hocasından öğrenir. Böylelikle sesini daha iyi kontrol etme, esnekliğini arttırma, özellikle ses ile metin ve melodinin anlamı arasındaki uyuma [tevafuk] ulaşabilme yani virtüoz seviyesine çıkma konusunda büyük yol kateder.3 İcrasında öne çıkan güfteyi taksim etme, bestenin karmaşık melodik yerlerini doğaçlamalar yoluyla çeşitlendirme yeteneğinin gelişmesinde hocasının yanı sıra Ahmed Rami, Ahmed Şevki gibi önemli şairlerin ve Muhammed el-Kassabcı gibi büyük bestekârların etkisi inkar edilemez.

Güçlü şahsiyeti, saygın kamusal imajı; kariyerinin başından itibaren dinleyicisiyle kurduğu seviyeli bağın en belirgin unsurlarıdır. 1923’te Odeon firmasına ilk plağını okuduktan kısa bir süre sonra şöhreti artar ve plakları büyük satış oranlarına ulaşır. 1930’lu yıllara gelindiğinde Fethiye Ahmed, Münire el-Mehdiyye, Bedia Mesabni gibi kendinden önceki kuşakta isim yapmış sanatkârları çoktan geride bırakmış ve şöhreti bütün Levant bölgesine yayılmıştır. 1937’de Kahire Radyosuyla yaptığı sözleşme gereği her ayın ilk perşembesi milyonlara ulaşan canlı konserleri ve müzikal kariyerine nazaran mütevazı olan sinemadaki varlığı Ümmü Gülsüm’ü Arap kültürünün ikonlarından biri hâline dönüştürmüştür. Neyzen Tevfik 1930 yılındaki bir röportajında “Şark bana bir başka Ümmü Gülsüm daha yaratsın, ben elimi perdelerden çekeyim!” derken aslında daha o yıllarda sanatçının Doğu’da elde ettiği yüksek saygınlığa işaret etmekteydi. Nitekim dönemin Türk basınında ve musiki yayınlarında Ümmü Gülsüm, ‘Şark Yıldızı’ [Kevkebü’ş-Şark] olarak takdim edilecek ve benzersizliğine vurgu yapılacaktı.4

Ümmü Gülsüm’ün icrasında kişisel eğiliminin ilk andan itibaren geleneksel üslubu ihyaya yönelik olduğu görülür. 1932 yılında Kral Fuad’ın himayesinde Kahire’de toplanan Arap Müziği Kongresinde müzikte geleneksel olanın korunması ya da Arap müziğine, Avrupa müziğinin etkisiyle yeni unsurlar kazandırılması konusundaki tartışmaların tam ortasında yaptığı icrasıyla ‘tarab’ı, neo-klasikçi bir üslupla canlandırdığı açıkça görülüyordu.5 Arap müziğinde ‘tarab,’ müzikal duygulanımın kendisi ya da müziğin uyandırdığı sıradışı duygu, esrime ânı ya da estetik coşku olarak tanımlanabilir. 19. yüzyılda Avrupa ve Doğu müzik geleneklerini karşılaştıran Ahmed Faris eş-Şidyak, tarabı Doğuluların zihinsel, duygusal karakterinin bir parçası olarak tarif ediyor; Araplık ve Doğululuk meselesi üzerinden bakıldığında halkın özgün karakterinin yansıması olarak görüyordu. Bu anlayışa göre her halkın bir ruhu vardır, onun müziğini hissedip layıkıyla çalabilmek için bir icracı o ruhu özümsemelidir. Tarab üslubunda şarkı; melodi ve güftenin ahenkli bir ifadesidir.6

Tarabı neo-klasikçi bir anlayışla ihya etme misyonu üstlenen Ümmü Gülsüm’ün Mısır’da 1940’lardan itibaren belirginleşen seçimi, İslam’ın ve klasik Arap uygarlığının kültürel köklerinden beslenirken Arap müziğinin klasik formunun güfte ve müzikal anlamda ideal olanı yakalaması, onu çağdaşı şarkıcılarla mukayese kabul etmez bir konuma kavuşturdu. Güfteyi taksim etmesi, serbest doğaçlamalardaki olağanüstü yeteneği, şarkıcılığının en güçlü yönleriydi. Bir diğer önemli nokta ise Arapça telaffuzuydu. Kelimelerin anlaşılırlığı ve dile hâkimiyeti kusursuzdu. Taha Hüseyin, “Onun Arapçayı mükemmel kullanmasından büyük zevk alıyorum” diyordu. Ona göre Ümmü Gülsüm’ün sanatı, şarkıcılıktaki yeteneğinin ötesinde bir kelime ve yorum sanatıydı. 8. yüzyılda yaşayan İbn Sureycî, iyi bir şarkıcıdan beklenenlerden bahsederken iyi telaffuz ve Arapça hâl takılarının doğru kullanılmasına değinmekteydi. Ümmü Gülsüm, metni melodiye bağlayarak parlatırken dinleyici üzerinde sıradışı bir hâkimiyet kurabilmişti. Bütün bunlar onun müzikal ifadesini ve mesajını karşısındakine aktarabilmesinde en önemli noktalardı.7

Mısır’ın toplumsal ve kültürel dönüşümlerinin izlerini Ümmü Gülsüm’ün müziği üzerinden okumak mümkündür. O, köklü ve zengin bir geçmişin kültürel taşıyıcılarından biri olarak kabul ediliyordu. İlk yıllarda Muhammed el-Kassabcı ve Riyad el-Sunbatî gibi bestekârların eserleriyle Mısır müziği üzerindeki Pan-Osmanlı etkisini yok etmiş, Mısır üslubunun güçlenmesini sağlamıştı. 1920’lerin ve 1930’ların romantizminin başarısızlığa uğradığı, Mısırlı dinleyicilerin somut gerçekliği içeren eserlere ilgi gösterdiği 1940’lı yıllarda ise Zekeriya Ahmed ve Bayram et-Tunisî ortaklığına dayanan bir repertuvarla dinleyicisi üzerindeki güçlü etkisini sürdürebilmişti. Bu dönemde İngiliz işgaline karşı uyanan ulusal bilincin gelişiminde onun filmlerinde okuduğu vatanperver şarkılar çok etkiliydi. Üniversite gençliği, işçiler ve Mısır’ın bağımsızlığını talep edenlerin dilinde Ümmü Gülsüm şarkıları bağımsızlık manifestosu hâline gelmişti. Onun bu etkisi, 1952’de Krallığı devirerek Cumhuriyeti kuran yeni yönetimce de teslim edilecektir. Ümmü Gülsüm, Pan-Arabizm’in siyasi lideri Cemal Abdünnasır’ın dilinde artık ‘Mısır’ın Dördüncü Piramidi’dir. 1950’lerin ikinci yarısından 1967’ye kadar olan dönemde Mısır’ın liderliğinde gündeme gelen Arapların birleşme hayallerinin kültürel anlamdaki en önemli temsilcisi Ümmü Gülsüm’dür. O, şarkıları aracılığıyla Mısır lehçesini bütün Arap dünyasında tanınan bir lehçeye dönüştürerek politikacıların yapamadığı bir işi başarmış, milyonları radyo başında bir araya getirebilmiş, adeta ulusal bir kahramana dönüşmüştür.8 Orta Doğu tarihçisi Cleveland’in dediği gibi dönemin ruhunu temsil eden Ümmü Gülsüm, Arap ülkelerinde konser salonlarını dolduran ve radyo dinleyicisini büyüleyen bir kadındır.9

Sanatçının toplumsal misyonu ve müzikle kitle arasındaki ilişkinin niteliği açısından da Ümmü Gülsüm benzersiz bir fenomendir. 1967 Savaşında Mısır’ın yaşadığı ağır yenilgi karşısında üstlendiği tavır onu rakipsiz konumuna getirecektir. Konser ve plak gelirlerini bağışlaması, Mısır hükümetine yardım amacıyla uluslararası konserlerle ülkenin sarsılan itibarını güçlendirmesi onu Mısır’ın kültür elçisine dönüştürmüştür. O yıllarda konserlerinin gördüğü yoğun ilginin Kahire’deki Amerikan Büyükelçiliğinin istihbarat raporlarına girmesi ve dış basında her ayın ilk perşembesi bütün Arap dünyasını büyüleyen ‘Diva’ olarak anılması müziğinin gücüyle ulaştığı mertebeye işaret etmektedir.10

Bir müzisyen olarak değerlendirildiğinde Ümmü Gülsüm’ün geleneksel okuma tekniklerini, min el-meşayih olarak nitelenen üslubu revize ederek bu üsluba yeniden hayat verdiği açıkça görülür. Okuduğu güftelerin Arap şiirinin klasik çağının ve modern çağın en iyi şairlerine ait olması, kaside formunun onun sanatını rahatça sergileyebilmesi yolunda sağladığı katkılar, kıraat alanındaki yüksek birikimi, zahârif denen geleneksel süslemelerdeki erişilmez düzeyi, onu yalnızca zamanının değil, bütün zamanların en büyük seslerinden biri konumuna taşımıştır. Dünya müziği konusunda yapılan çalışmalarda Ümmü Gülsüm için özel bir bölüm ayrılmasının arkasında gerçek bir ses virtüözü oluşu yatmaktadır. Riyad el-Sunbatî’nin neo-klasikçi kasideleri ya da Muhammed Abdülvehhab’ın büyük popülarite kazanan şarkılarının benzer şekilde dinleyici tarafından karşılık bulmasında icrasındaki yüksek nitelik başlıca nedendir.

Güftelerin vezniyle oynama konusundaki ustalığı bir başka tartışılmayacak yönüdür. 1950’lerde kendisiyle yapılan bir röportajda genç hanendelere mutlaka şiir bilmeleri ve divan okumalarını tavsiye etmesi manidardır. Zira Arap müziğinde güfte merkezî bir konuma sahiptir. Melodik yapının zenginliğine dayalı Türk tarzı ‘tatrib’ ya da İtalyan bel cantosu karşısında Arap tarab üslubu, güftenin taksimine ve ustalıkla tonlanmasına dayalıdır. Ümmü Gülsüm güfteyi doğaçlama yoluyla anlamlandırırken, eserin ritmik kalıplarını dilediği gibi değiştirir, mısraları uzatıp kısaltırdı. Kıraat bilgisi sayesinde bir mısraı defalarca farklı biçimde okuyarak anlamını değiştirebilirdi. Şüphesiz bu durum onun Arap edebiyatı konusundaki derin bilgisiyle yakından ilgiliydi. Yüzyıllar öncesine ait metinleri günümüz insanının diline aktarabilme becerisi ona kimseyle kıyaslanamayacak bir statü sağlamıştı. Oliver Leaman’ın işaret ettiği gibi, okuduğu bütün eserlere damgasını vurması ve besteciyi gölgede bırakması, son derece sıradan bir malzemeyi bile olağanüstü bir müzikal esere dönüştürebilme yeteneğindendi.11

4 Şubat 1975 yılında vefatı, Mısır’da yalnızca cumhurbaşkanlarına uygulanan bir protokolle Kur’ân okutularak kamuoyuna duyurulmuştur. Cenazesine dört buçuk milyonu aşkın insanın katıldığı Ümmü Gülsüm, 20. yüzyılın en büyük müzikal aktörlerinden biri olarak Arap toplumlarının kolektif kültürel belleğinde canlılığını korumakta, efsanesi büyüyerek geleceğe yönelmektedir. Hakkında yapılan akademik çalışmalar, sanatının yüceltildiği biyografik eserler, sayısız belgesel ve son olarak ünlü yönetmen Shirin Neshat’ın “Looking for Oum Kulthum” [Ümmü Gülsüm’ü Ararken] adlı draması (2017) gibi ses getiren filmler, Ümmü Gülsüm’ün büyük bir sanatçı olarak güncelliğinin ve ölümsüzlüğünün göstergeleridir.

 

Namık Sinan Turan




Kaynak: Dünya bizim.com

Bu haber 504 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER ORTADOĞU Haberleri

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Komşunuz Suriyeli Olsaydı Nasıl Davranırdınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI