Bugun...



Hangi maskem gerçekten Ben’im?

Toplum içinde yaşarken birbirimize temas etmiyoruz; maskelerimiz ve zırhlarımız ötekilerin maske ve zırhlarına dokunuyor. Aile içinde birbirimizi severken yahut ticarette menfaat icabı bir araya gelirken hep rol yapıyoruz. Ruhlarımız değil beden ve nefislerimiz temas halinde. Çocuk ve eşlerimiz de beklenti içindeler: Baba, koca rolünü tam doldurmamızı istiyorlar. Melankolik bir baba, depresif bir bakkal gibi sıkıntı kaynağı. İster istemez gelenekler, ailenin duygusal ihtiyaçları, toplumun temayü

facebook-paylas
Tarih: 19-06-2020 14:33

Hangi maskem gerçekten Ben’im?

Ne değildir?

Yüzü saklamak için rol icabı takılan cisim değil.

Nedir?

Ben’liğin bir vehim olduğunu unutmak için seçtiğimiz rol.

Neden?

Roma tiyatrolarında, sahnedeki aktörün arkasından konuştuğu maskeye ve/veya role “persona” denmesi, insana cesedinin yani cism-i natıkın gerçek Ben’lik olmadığını öğretir.  (Latince “per-sonare” kelimesi) Ingmar Bergman, “Persona” adlı filmde, birden sesi kesilen ve artık rol yapamayan aktörü, hemşireye şöyle deşifre ettirir:

“Anlamadığımı mı sanıyorsun? Var olmak denen o umutsuz düşü… Olur gibi görünmek değil, var olmak. Her an bilinçli, tetikte. Aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o farklılık… Baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık. İçinin görülmesi, ele geçirilmek, eksiltilmek… ve hatta belki de yok edilmek. Her ses, her kelime yalan, her jest sahte. Her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi. İntihar mı? Hayır. Fazlasıyla iğrenç. İnsan yapamaz. Ama hareketsiz kalabilir, susabilir. Hiç değilse o zaman yalan söylemez. Perdelerini indirip, içine dönebilir. O zaman rol yapmaya gerek kalmaz Birkaç farklı yüz taşımaya, Ya da sahte jestlere. Böyle olduğuna inanır insan. Ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer. Sığınağın yeterince sağlam değil. Hayat her şeyin içine sızar. ve tepki vermeye zorlanıyorsun. Kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. Kimse sen gerçek misin yoksa yalan mısın demiyor. Bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir. Belki orada bile olmaz.”

Hangi maskem gerçekten Ben’im?

Toplum içinde yaşarken birbirimize temas etmiyoruz; maskelerimiz ve zırhlarımız ötekilerin maske ve zırhlarına dokunuyor. Aile içinde birbirimizi severken yahut ticarette menfaat icabı bir araya gelirken hep rol yapıyoruz. Ruhlarımız değil beden ve nefislerimiz temas halinde. Çocuk ve eşlerimiz de beklenti içindeler: Baba, koca rolünü tam doldurmamızı istiyorlar. Melankolik bir baba, depresif bir bakkal gibi sıkıntı kaynağı. İster istemez gelenekler, ailenin duygusal ihtiyaçları, toplumun temayülleri bizi baskı altına alıyor; Ben’lik rolü oynamaktan kendimiz olmaya fırsat bulamıyoruz:

 “…Seni sürekli değiştirmeye çalışan bir dünyada kendin kalabilmek en büyük başarı […] Uygar dünyada hiç bir sır gizli kalamaz; hiç bir şeyi saklayamayız. Cemiyetimiz bir maskeli balo gibi, herkes gerçek tabiatını gizliyor ve tercih ettiği maskelerle kendini ele veriyor …” (Ralph Waldo Emerson, Cemiyet ve Yalnızlık, 1870)

Günde bir kaç kez rol değiştiriyoruz ama genelde rolsüz kalmayız. İş yerinde çaycı / mühendis / uzman / sekreteriz. Evde anneyiz, babayız, karı ya da kocayız. Türkiye’de Kastamonuluyuz, Avrupa’da Türk’üz. Maça gider taraftar oluruz; doktor karşısında boynu bükük hasta rolündeyiz. Rol değiştirmek dert değil ama rolsüz kalmak zor. “Ben kimdir?” sorusuyla karşı karşıya kalmak can sıkıntısı hatta depresyona kadar gidiyor. Bu yüzden maskeler kullanışlı birer vehim:

«..Hareketleri canlı ve kararlı, biraz fazla emin kendinden, biraz fazla hızlı, müşterilere doğru attığı adımlar biraz fazla kesin. Masaya eğilirken biraz fazla aceleci, sesinin tonu ve bakışları ile abartılı bir alâka gösteriyor müşterinin siparişine… Ah! İşte geri geliyor, bir robotu taklid eder gibi, elindeki tepsiyi tutuşu ip cambazlarını hatırlatıyor. […] Rol yapıyor sanki. Ama ne rolü yapıyor? Fazla incelemeye gerek yok, garson rolü oynuyor. […]Garsonun durumu bir istisna değil. Bütün esnaf böyle bir seremoni sergiler. Halk onlardan bekler bunu. Bakkal ve terzi bütün gün müşterileri sadece “bakkal” sadece “terzi” olduklarına ikna etmeye çalışırlar. Dalgın bir bakkal rahatsız edicidir çünkü “tam” bir bakkal sayılmaz. Nezaket kuralları icabı bakkal hazırolda duran bir askere benzer. Şey-Asker’ın bakışları diktir ama görmez, görmesi de gerekmez. Yaşanan ana göre değil ordunun kurallarına göredir Şey-Asker’ın bakışı, “10 adım ileriye sabitlenmiş” olmalıdır. İşte insanı bir role hapsetmek için alınmış önlemler.…» (Sartre, Varlık ve Hiç, sf. 94)




Kaynak: Derin Düşünce.org

Bu haber 638 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER DÜŞÜNCE Haberleri

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Komşunuz Suriyeli Olsaydı Nasıl Davranırdınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI